“Ve o eski şarkılara kulak verip bir daha kimseyle yakınlaşmayacağıma söz vermiştim kendi kendime. Nasıl yakın olabilirdim ki? Eski bir rüya olarak kalmayan deneyimler sadece hüzünlü olaylardan çıkardıklarımız olmuyor muydu? Bir insanla yakınlaş ve artık onsuz yapamayacağını fark et. Bu haksızlığa tekrar katlanmak istemiyordum. Etten ve kemikten bir insanla nefes almak kadar kötü bir şey var mıdır? Ona muhtaç olmak kadar? Çünkü hep böyle oluyordu. Kimsenin anlamadığı bir çağda hüzünlü bir insan ne yapabilirdi ki? Kibar bir şövalyeye inandığı sevginin bambaşka bir şey olduğunu söylediğinizde yapacağı şeyi... O sevgiye ihtiyaç duyar; ama kırılmış hayallerinden dolayı o sevginin yanına, ne kadar yakın olsa da yaklaşamaz. Bu ben değil miydim? Beni kurtaracak kimse yoktu; ve ben de bir daha asla yakınlaşmayacaktım…”
Kafamı kaldırdım ve yukarı baktım. Başka bir yerde ölüyor olmalıydı bu kuşlar. Gökyüzünde, ötede, uzak ve gizemli bir yerde. Bir hikayesi olmalıydı oranın. Yürümeye devam ettim. Artık sonbahardı. Mutsuz bir hikaye, diye düşündüm...
...Masallarda yaşayan insanların hikayesi bu,
Hüzünlü insanların hikayesi ,
Akşamüstüne aşık insanların hikayesi,
Karşı kıyıları Parliement sinema gecesi kadar parıltılı görebilen, ama bulunduğu yere pazar gecesi kasveti çökmüş olan insanların hikayesi,
Yitik duygulara inananların hikayesi,
Çok yorgun insanların hikayesi,
Şehrin ışıklı siluetini penceresinden seyrederken sigara içenlerin hikayesi,
Uçmayı düşleyebilenlerin hikayesi,
My Friend of Misery’i Dark Tranquillity’den dinleyenlerin hikayesi,
Ve nerede öldükleri mutlu insanlarca umursanmayan kuşların hikayesi bu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder