Kara Hayal Rıhtım’ı Üzgünce Sunar:

Kuşlar Nerede Ölürse


Bölüm 3

3.

Demirlemiş gemi hafifçe sallanıyordu. Küçük bir koya, Yüzü Olmayan Adam’ın gitmek istediği yerin en yakınına demir atmışlardı. Güneş parlaktı ve kar bulutları da uzaklardaydı. Denizin üzerindeki gökyüzü mor ve turuncunun alaşımıydı. Yine de hiçbir şey geminin üzerindeki beyaz sisi dağıtamıyordu.

Kaptan tırabzanlara dayanmış, karaya ayak basmış yolcusuna bakıyordu. Tayfası ise daha arkada, rahatsızca bekliyordu.

“Yolcunuzdan memnun kalmışsınızdır umarım, bayım.” dedi kumsaldaki adam. “İşte, söz verdiğim gibi, sizden başka bir şey istemeden ayrılıyorum. Dilediğiniz yere gidebilirsiniz.”

Kaptan her zamanki gibi sessizce bakıyordu. Yüzünde bir tepki bile yoktu. Tam arkasına dönerken Yüzü Olmayan Adam seslendi. “Kaptan! Aradığım kişiyi tanıyorsunuz. Kim olduğunu söylememekte hala ısrarcı mısınız?” Kaptan tereddütsüz, derhal hareketini tamamladı. Sis, öfkeli bir buhar yığını gibi kaptanın tarafına hücum etti ve sessiz adam hayalet âlemine adım atmışçasına silikleşip yitti. Yolcudan memnun kalınmadığını vurgulayan nükteli bir hareketti bu. Mürettebat da hızla demir alıp yelken kaldırdı. Gemi hemencecik hareketlendi ve kısa sürede kendi sisinin içinde kaybolup gitti.

Yüzü Olmayan Adam da denize arkasına döndü. Kaptandan cevap alamaması önemli değildi. Nasıl olsa hedefini bir şekilde bulacaktı. Öncekilerde bulmuştu.

Kumsalın soğukla sertleşmiş kumlarını geçti ve birkaç gün çorak topraklarda ilerledi. Çatlamış topraklar, ilerisinde yerini çölün incecik kum tanelerine bırakacaktı. Ama ondan önce bir şehir vardı. Yürüdüğü yer: Tanelorn.

Tanelorn’a sabahın taze saatlerinde vardı. Alçak surlu kente bir avare gibi girdi. Kapıda ne durduruldu ne de kim olduğu soruldu. Tanelorn herkese kucak açmış bir şehirdi. Onu bulacak kadar şanslılar ve ya kaderleri kesişenler, orada hoş karşılanırlardı ve kendilerine dış dünyanın dertlerinden arınmış şekilde huzurlu bir istirahat vadedilirdi. Bu vaad çoğu zaman gerçek olurdu.

Adam, çok gösterişli olmayan ama zarifçe yükselen binaların arasında yürüdü. Hiçbir bina aynı değildi ve çok azı birbirine benziyordu. Tanelorn’un farklı diyarlardan gelen sakinleri kendi kültürlerinden görünümlü bir Tanelorn yaratmışlardı. Kubbeli bir binanın yanında alçak bir kule haşmetli kabartmalarıyla yükseliyor, onun yanında ise çatısında her yöne kıvrımlar olan dörtgen bir bina duruyordu. Yüzü Olmayan Adam sokaklarda yürüdükçe, pencerelerden ve pervazlardan fısıltılar yayıldı. Kentin caddelerinde yürüyen cübbeli adam, herkesi kabul eden halk tarafından nedense yadırganmıştı. İnsanlar ya huzurları içinde endişeye yumuşamışlardı ya da adamın çarpık aurasını gerçekten sezebilmişlerdi.

Adam ilerisinde küçük bir topluluk gördü. Gölgelerin loşluğunda kalmış bir kemerin altında bir grup insan toplanmış onu bekliyordu. Kemerin etrafına sarınmış yeşil, mor ve eflatun çiçekli sarmaşıkların ardında yine aynı renklerde uzun kuleler yükseliyordu. Havada hoş bir ağırlık vardı, sanki kemerin etrafına ve ötesindeki kulelerin çevresine hiç bitmeyen bir akşamüstünün eflatun renkli atmosferi oturmuştu. Gruptan biri öne çıktı ve şehrin yeni misafirini karşıladı. “Ezeli Tanelorn’a hoşgeldin, yolcu! Ben Comrelyn, bu küçük karşılama grubunun sözcüsü.” dedi adam hoş bir sesle, sözcü olduğunu hor görmeyen bir alayla söylerken küçük bir kahkaha atarak.

“Kesinlikle hoş karşılandım, bayım. Böylesi güzel bir sabahta, böylesi güzel bir yerde.” diye karşılık verdi kollarını yana açıp kaldırarak. Karşısındaki adamın yüzü kısa bir an endişeyle gölgelendi, zira kapüşonunun içinden suratındaki yeni ay -kara dolunay-hafifçe, kara ışıltısını yaymıştı.

“Evet, soğuk ve berrak bir sabah. Güneş uzak ama neşeli ve bu muhteşem gölgelikte gözlerimizi rahatsız etmiyor. Başlığınızı çıkarmak istemez miydiniz?”

“Sanmıyorum, sözcü Comrelyn. Umarım bir sakıncası yoktur?”

“Ah, tabi ki yok. Sadece...”

“Ben kendi halimde bir gezginim, bayım ve izin verirseniz bir süre güzel şehrinizde konaklamak istiyorum.”

“Tanelorn niyeti iyi olan herkesi kabul eder.” dedi Comrelyn kısa ve net olarak. Karşısındaki adam görünürde silahsız ve kibar olsa da onda hoşlanmadığı bir şeyler sezmişti. Şafaktan itibaren şehirde fısıldananlar da bu yöndeydi; bu yüzden adamı kendi karşılamıştı. Comrelyn bir sözcü değildi; Tanelorn’un sözcüsü yoktu ve sözcüye ihtiyaç da yoktu. Eski bir kılıç ustasıydı ve kavisli kılıcını kuşanıp nahoş söylentiler yaratan adamı karşılamak için hazırlanmıştı. Adamın gözükmeyen suratını merak etti, normal olmayan bir gölge başlığının içine düşmüştü. Eğreti sözcü, kuruntularını bir kenara bıraktı; Tanelorn’dayken kuşku, insanlar için eriyordu. Kemerden geçtiler. Comrelyn, Tanelorn’un son misafirine kalabileceği yeri gösterip ayrıldı. Nedensiz tedirginliğini üzerinden niye hala atamadığını bilmiyordu...

***

Ayaz gece, sayısız vücut bulmuş Tanelorn’un bu boyutta olanının üzerine çöktü. Yüzü Olmayan Adam, kendisine kalması için verilen bir kulenin küt terasında durmuş, çölün ortasında yükselen, parlak sarı incilerle bezenmiş şehri izliyordu. İnciler, geceyle peçelenmiş, yumuşak çölün üzerinde çıplak ayaklarıyla egzotik dansını sergileyen Tanelorn’un şehvetli pembe tülle kısmen örtülü vücudunu aydınlatan takılardı. Şehir ışıl ışıldı. Adama verilen kule bir tepeye kurulmuş geniş bir meydandaydı. Tepenin sırtına yatmış meydan, merdivenlerle bağlanmıştı. Etrafta her renkten başka kuleler yükseliyor, tepenin yukarılarına doğru yıldız seline daha da yaklaşıyorlardı. Meydanın ortasında, tepenin zirvesinden gelen, bembeyaz mermerden bir kanalda akan ve yine bembeyaz mermerlerle yapılmış zarif tırabzanlarla çevrelenmiş bir dere akıyordu. Sık basamaklarla alçalan paket taşlı meydan, mavi yeşil ağaçlarla ve kışı seven çiçek lejyonlarıyla istila edilmişti.

Kapüşonunu hala çıkarmamış adam Tanelorn’dan hoşlandığını düşündü. Tanelorn’un bir insanı gizli kalmış zarif hislerinden vuran görüntüsü değildi hoşlandığı; zira sayısız boyutun güzelliğini görmüş, kozmosun değişken ve sonsuz güzellikteki rengârenk tuvalini on bin yıllık geceler boyunca izlemişti. Böyle bir yerde kalmazdı zaten; ne herhangi bir Tanelorn’da ne de herhangi bir dünya üzerinde. Böyle yerler, sadece kendi seçtiği görevini yaptığı, nihai amacını gerçekleştirdiği yerlerdi. Tanelorn’un hoşuna giden kısmı sadece Tanelorn olmasıydı. Bir münzevinin dediği gibi: Tanelorn bir ülküydü, ne daha fazlası ne daha azı. Sayısız Tanelorn vardı ve aynı zamanda tek bir Tanelorn vardı. Ezeli kent bir paradokstu: Yüce Dünyaların Lordları için bir muamma; aynı kendisi gibi. Yasa ve kaosa hizmet etmeyen, onlardan yoksun; kendisi gibi. Boyutların ince elenmiş dokularının özünde ikisi de önemli yer tutuyorlardı. Küçük bir farklılık dışında: Tanelorn bir tehdit değildi. Bir şeyleri hor görerek güldü. Hor gördüğü şey insanlık değildi; kesinlikle daha yüce, daha öz bir şeydi. Ve Tanelorn’la arasındaki nifak, çoklu evrenin yapısını değiştirebilecek nitelikteydi...

Tanelorn’da kaldığı sürede amaçları doğrultusunda kentin sakinleriyle görüştü. İnsanlar ondan çekinir gibiydiler; ama o nazik davrandı ve genelde konuşan değil dinleyen oldu. Tanelorn rüyaları unutmayan bir şehirdi ve kahramanlıkları anlatmayı severdi; kahramanlıklar epikten ziyade trajik olsa bile. Dinlediği hikâyelerde devamlı bir isim yükseliyordu; yaşadığı olaylarda bazen gaddar, bazen duygusal ve çoğu zaman pişman olan bir isim; kendi imparatorluğunu yıkmış, başka boyutlarda savaşmış, iblisleri doğramış, iblislere hizmet etmiş, tanrıların yanında ve tanrıların karşısında silah kaldırmış, kurbanlarının ruhlarını emen kara bir kılıcı yoldaş edinmiş bir isim: Melnibone’lu Elric.


Tanelorn’dan teşekkürlerle ayrıldı. Açıkçası bilindik ahlaka ihtiyacı yoktu ama insanlara nazik davranmayı seçmişti. Dengesiz bir gaddar değil, kendi meselesi için uğraşan biriydi. Öte yandan, kendi meselesini gerçekleştirmek için göze aldığı şeyler gaddarlık değil, ululuktu. Tanelorn’da, normal şehirlerin tipik hanlarından farklı olan bir handa; konçertoların ve kemanların hoşça mırıldandıkları, tuhaf etkileri olan en kaliteli şarapların içildiği ve insanların sakince sohbet ettiği bir handa sözcü Comrelyn kendisine ne ile meşgul olduğunu sormuştu. Cevabı pür dikkat bekleyen hana aldırışsız bakışlar ve kısmi gerçeğin azametli bir ses tonuyla söylenişi. “İnsanların amaçlarını gerçekleştirebilmeleri için çalışmaları ve biriktirmeleri gerekir. Maddiyat ve maneviyat biriktirilir. Bunun için, uzun süredir avcılıkla uğraşıyorum.”

Avcı şimdi güneye iniyordu. Çölün ötesinde kar bulutları toplanmıştı. Güneyde kar yağıyordu.

Hiç yorum yok:

Kuşlar Nerede Ölürse

Rıhtım rüzgarında iki yeni şiir eşliğinde yeni bir hikaye savruluyor.

Kuşlar Nerede Ölürse, ve rıhtım sessizliğe bürünüyor.

Ekim 2007

Rıhtımda Yabancı

...Yabancının ayak sesleri bu uzak, unutulmuş rıhtımın taşlarında yankılanıyor. Yabancı yalnız. Soğuk havayı soluyor, tütün dumanı gibi çekiyor ciğerlerine derin derin. Rıhtım ışıkları sırayla dizilmişler, donukça yanıyorlar, seyretmek keder veriyor. Deniz bezgince ıssız iskelenin ayaklarını okşuyor. Katran renkli ahşap gıcırdıyor. Yabancı iskelenin ucunda, kıpırtısız. Rüzgar uğulduyor.

Berrak ve serin gecelerde ve puslu öğlenlerde ben de durdum orada. Denizden esen rüzgarı içime çektim, kahverengi bir sobanın ısıttığı rıhtım kahvesinden gelen kahve kokusu eşlik etti rüzgara. Deniz ötelere uzanıyordu. Cezbedici, kederli, durgun deniz... Başka nerede, nereye bakarken hayal kurabilirdim ki?

Şimdi yabancı duruyor iskelenin ucunda. Kara Hayal Rıhtımı'nda, denizin bir zamanlar bana fısıldamış olduğu hikayelerle beraber, ve tamamen tek başına...

***


Kara Hayal Rıhtımı'nın, bu kişisel hikaye ve şiir sitesinin beğenilmesi dileğiyle...


A. Erman Kulunyar

Şubat 2007

Sitede bulunan tüm yazıların ve resimlerin hakları sahiplerine aittir, çalan çırpan hunharca lanetlenecektir. Yazıları en iyi niyetlerimle sunsam da elimden gelenin en iyisi kesinlikle bu değildir. Hikayeleri istediğiniz şekilde bilgisayarınıza indirebilir, word’de daha okunaklı bir hale sokabilirsiniz.