6.
Onlarca Düzlemyürüyücü hicran içinde bekliyordu. Elric kendini ıssız dümlemde bulduğu an onlar hazırdı. Sanki önceden haber almışçasına. Her birine suskunluk hâkimdi. Hiçbiri konuşmuyor, her birinin ince gözleri elemle bakıyordu. Gönüllü gelmişlerdi ve gittikleri kaderi biliyorlardı.
Albino vakurlu ortamı konuşarak bozmadı. Ve düzlem gezginlerinin sessiz yürüyüşü başladı. Dağınıkça ilerleyen, buruk bir geçit töreni gibiydi.
Issız diyarda yeşil otların üzerinde batı ufkuna doğru yürüdüler. Renkler gerçek boyuttakinden daha mat, daha soluktular. Uçsuz bucaksız düzlük, savaşçılar ilerlerken ürpertici bir hal aldı. Çayırlık daha da soldu ve yerini haki renkteki ölü bir toprağa bıraktı. Gökyüzü uğursuzca loşlaştı ve kurşuni bir renge döndü. Grup bulutlu ufka doğru yürümeye devam etti.
Ithsakorr Elric’in yanına sokuldu. “Sonuç ne olursa olsun, yardım ettiğin için teşekkür ederim, Lord Elric.” Gözleri üzüntüyle parıldıyordu ve albinoya kısaca baktıktan sonra ufka çevrildiler.
Elric hemen cevap vermedi. “Oradaki her neyse, onu yenip bu işi bitireceğiz. Sen de beni düşmanımın düzlemine geçirerek teşekkürünü sunmuş olacaksın.” Elric’in ses tonunda kesinlikle art niyet ya da çıkarcılık yoktu.
“Umarım.” Düzlemyürüyücü iç çekti. “İnsanlarım bu dünyanın yörüngesinde nesildir hapis. Boyutsal dizginleri kırabilirsek, bu şanlı bir an olacak.” Üzgün görünen adam kendi ırkından yoldaşlarına baktı. “Irkım çaresizce tükenirken bu kadar erkek özgürlük için savaşacak... ve belki düşecek.”
“Kişisel özgürlüğün uğruna savaşılacak, öldürülecek ve ölünecek bir olgu olduğuna yürekten inanıyorum.” dedi beyaz savaşçı. Kendi özgürlüğü için imparatorluğunu terk etmemiş miydi bu solgun albino, ve bir orduyla geri dönmüştü… Özgürlük mü neden olmuştu yıkıma? Hayır, Elric şimdi bunları düşünmek istemiyordu. Devam etti. “Ve ırkın bir gün tükendiğinde, özgür olarak yitip gittiklerini bilecekler ve bu en büyük teselli olacak.”
Ithsakorr hafifçe gülümsedi ve aniden havaya sıçradı. Sırtından ışından kanatlar fışkırdı ve adamı gökyüzüne taşıdı. Elric şimdi gökyüzündeki onlarca Düzlemyürüyücü’ye bakıyordu. Hepsi değişmiş, gökyüzünü ışığa bulayarak uçuyorlardı. Hepsinin silahı hazırdı. Muhteşem kılıçlar, uzun ve parlak mızraklar, kocaman yaylar ve altın oklarla dolu sadaklar yoktan varolmuştu.
Ithsakorr en önden ve en yüksekten uçtu. Çift bıçaklı uzun silahını batıya doğrulttu. “Bir çoğumuz bu anı düşünerek büyüdü. Kardeşlerimiz yıldızları asla göremedi, yaşlılarımız ise özlem içinde yitti. Geride bıraktıklarımızı, ırkımızın hasretini çektiği ülkülerle biz buluşturacağız! Batıya, kardeşlerim. Bu, bizim son savaşımız! Bu, Düzlemyürüyücülerin son uçuşu!”
Onlarca meleksi figür, kanatlarını gururla çırptı. Aşağılarında Melnibone’lu Elric yürüyordu. Düzlemyürüyücüler Albinonun sağında ve solunda düzenle uçuyorlardı. Elric efsanevi ırkın vücutlarıyla oluşturduğu bir vadiden yürüdü. Ufuk garip bir şekilde yaklaşır gözüküyordu. Altında dağa benzer bir figür kıpırtısız duruyordu. Bulutlar tepelerinde tehtitkarca toplandı.
Koşullar daha da kötüye giderken sonunda ufuk somutça gözüktü. Elric yadırgamadı. Albino prens, Kaneloon Kalesi’nden dünyanın ucunu seyretmiş biriydi. Düzlemyürüyücülerin Gardiyan dedikleri yaratık ufkun altında durmuş gelenlere bakıyordu.
Kocaman bir devdi bu; Elric’in şimdiye kadar gördüklerinin en büyüğü. Boyu, şimdi yıkık olarak yatan bir Imrryr kulesi kadar vardı. Bağdaş kurmuş vaziyette düzlemin kıyısına oturmuştu. Dolgun, iblise benzer suratı ifadesizdi. Başında bordo bir bere vardı. Rengarenk elbiseler devasa vücudunu örtüyordu.
Yaratık ağırca ayağa kalkarken Elric Gardiyan’ın fazlasıyla insansı görümüne baktı. Düzlemyürüyücüleri göçlerinden alıkoyan zalim yaratık, hayalinde çok daha farklı biçimlerde yansımıştı. Oysa ki dağ büyüklüğünde insansı bir varlık duruyordu karşısında. Görünüşün yanılsama olabileceğini düşünen Elric, Fırtınayaratan’ı keskin bir çınlamayla kınından sıyırdı ve ilerledi. Diğerleri hafifçe geri çekildi ve Elric oluşturdukları vadiden çıkıp Gardiyan’la yüzleşti. Yüzlerce metrelik devin altında küçücük bir figür olarak dikildi.
Gardiyan gümbürdeyen bir sesle konuştu. “Minik esir halk beni yok edebilecek birini mi buldu sonunda?”
“Ben Melnibone’lu Elric.” Fırtınayaratan’ı deve doğrulttu. “Lordum Arioch adına buradan gitmeni emrediyorum. Yoksa seninle savaşırım ve yok olursun.”
Dev boğuk bir kahkaha koyverdi. Elric seste zaferin tadını sezmemişti. Kendisini her an bir böcekmiş gibi ezebilecek bu deve karşı sözleri etkili mi olmuştu yoksa?
“Melnibone’lu Elric. Seni tanıyorum. Sana ihanetin için ne ödül verdiler, beyaz iblis? Seni yoldan nasıl çıkardılar?”
Elric, dev şekle rahatsızca baktı. “Neden söz ettiğini bilmiyorum, yaratık. Uyarım hala geçerli. Aksi taktirde kılıcım Fırtınayaratan seni doğrayacak!”
“Arioch’un en sevdiği hizmetkârı Elric, asıl sen buradan git ve arkandaki masum halkın oyununa daha fazla alet olma.”
Elric dişlerini sıktı. Öfkesini kontrol etti. Arkasında uçuşan şekillere çatık kaşlarla baktı. Kırmızı gözlerinde şimşekler çaktı.
Bu Gardiyan tam olarak neye benziyor?
Bunu... Sizin kendi gözlerinizle görmeniz lazım. Üzgünüm, Lord Elric, ama size bu konu hakkında fazla bir şey söyleyemem.
“Elric.” diye gümbürdedi Gardiyan. “Arioch, efendimi çok yakından tanıyor. Düzlemyürüyücülerin hapsolmasını bizzat Kaos Lordları istedi, Elric. Geri dön...”
Elric öfkeyle uludu. Kimi suçlayacağını bilmiyordu. Ithsakorr çaresizdi ve bundan söz etmemişti. Albino kendini kandırılmış hissederek öylece bekledi. Fırtınayaratan inledi. O kadar zamandır susuz kalmıştı ki... Elric kafasını kaldırıp Gardiyan’a bakarken yaratığın kendisinden korktuğunu hissetti.
Prens Elric, anlamıyorsunuz. Bize farklı boyutlarda savaşmış insanlar yardım edebilir... Aslında, sadece siz yardım edebilirsiniz.
Elric, Gardiyan’ın dile getirmediği ama aklında korku ile çılgınca bağırdığı düşünceyi idrak etti. Yaratık korkuyordu; çünkü ister eski bir kehanet olsun ister olmasın, kendisine, ölümünün bir kaos yaratığıyla birlikte geleceği söylenmişti. Elric buna benzer efsaneler okumuştu. Ve işte burada, devin karşısında, hem albino, hem kara kılıç duruyordu; kaosun iki acımasız hizmetkârı.
Düşünceleri dağılmış Elric, bundan sonra kendisi için karar verdi. Fırtınayaratan’ı başının üzerinde çılgınca çevirerek saldırdı. “Kan ve ruhlar için! Kan ve ruhlar için!”
Derin endişe içindeki Düzlemyürüyücüler, bir iblise benzeyen Elric’in ileri atılışıyla garip bir rahatlık hissettiler ve kanatlarını gerip düşmana doğru dalışa geçtiler.
Gardiyan korkuyla uludu. “Bana saldırma Elric! Bana saldırma!” Sonra, başka bir seçenek olmadığını bilerek o da savaşa asıldı. Kollarını yanlara açtı, düzlemin sonsuz uçurumunun dibinde bir titan gibi yükseldi. Kara bulut öbekleri aniden çıkan rüzgarla toplandılar ve tüm düzlemin üzerinde göğe öfkeyle çöreklendiler. Bir kaos tanrısının heybetiyle yükselmiş devin ötesine, engin araziye bulutların karanlık gölgesi çöktü. Eflatun yıldırımlar yağıyordu.
Ithsakorr silahını sol elinde tutarak uçtu. Yıldırımların mızrak sütunları etrafında çatırdayarak toprağa iniyordu. Savaşçı, silahını çift eliyle kavradı ve sağ tarafa, devden uzağa manevra yaptı. Bir yıldırım demin bulunduğu yeri kavurdu. Arkasındaki Düzlemyürüyücü’den kısa bir feryat yükseldi ve ışıktan kanatları yok olmuş adam döne döne aşağı düştü. Bir öfke çığlığı koyveren Ithsakorr, Gardiyan’a doğru dalışa geçti.
Elric gözü dönmüş şekilde koştu ve yaratığın bacakları, önünde koca kuleler gibi yükseldi. Fırtınayaratan sahibinin çığlıklarına uyanmıştı; kılıcın üzerindeki rünler donukça parıldıyordu. Albino kılıcını yana doğrultarak sıkıca tuttu ve devin ayağının yan tarafını derince kesti. Yaratık öfke ve acıyla ulurken Elric de içine akan güçle kendini fırlatıp yuvarlandı. Dev ayak yükseldi ve yeri sarsarak tekrar kapandı. Ayağın hareketiyle yaradan kanlar fışkırmıştı. Elric ayağın indiği yerden yuvarlandığı an kaçmıştı.
Ithsakorr arkasındaki Düzlemyürüyücülerle, devin boğazına yöneldi; çığlık atan ağzın aşağı kısmına doğru pikeye geçti. Dev beklenmedik bir hızla elini savurdu. Düzlemyürüyücülerin saldırı sütunu yanlara açıldı, Ithsakorr sol tarafından geçin ezici elin oluşturduğu hava akımıyla sarsıldı. Arkasındaki iki Düzlemyürüyücü saldırıdan kaçamadı ve darbe ikisini de ezdi. İki savaşçının ölü bedenleri helezon şeklinde dönerek yere çakıldı.
Ithsakorr ölen Düzlemyürüyücülere dehşet içinde baktı. Hızla gelen bir karartı gördüğü an kanatlarını gerip geriye sıçramaya çalıştı. Geç kaldı. Birden bir acı dalgası etinde ve kemiklerinde patladı. Ciğerlerindeki tüm hava engelsizce boşaldı. Kısacık bir an için tüm dünya karanlığa gömüldü ve Düzlemyürüyücü öteye savruldu. Bilincini toparlayan Ithsakorr ne olduğunu anladı. Arkasına bakarken Gardiyan’ın dönen eli kendisine vurmuştu. Fazla hız kazanamayan darbe öldürücü olmamıştı ama kendisini yaratığın tam karşısında yüksek bir konuma fırlatmıştı. Kanatlarını açtı ve altın oklarını düşmana yağdıran iki Düzlemyürüyücünün arasından kontrolsüzce uçarken yavaşladı. Işıktan kanatlar ıslık gibi bir sesle havaya tutundular ve Ithsakorr durmayı başardı. Hiddetli savaşçı bir an için bir melek gibi öylece asılı kaldı gökyüzünde; ardından çift bıçaklı silahı hızlıca çevirip selamını verdi ve hasmına atıldı. İki yoldaşının arasından uçtu ve altın oklar sağından ve solundan vınlayarak geçerken Düzlemyürüyücü saldırdı.
Düzlemyürüyücülerin devin etrafında düzensiz bir girdap gibi dönüp saldırdığını gören Elric, yaratığın hantalca tepinen ayaklarının arasından çıktı. Orada fazla kalırsa ezilebilirdi. Şimdi uçurumunun yamacındaydı. Yarığın dibi yoktu. Sonsuz bir gökyüzü ayaklarının altında enginliğe varıyordu. Yamaçtan yukarı, direk batıya bakınca ise hapsolmuş ufuk süzülüyordu. Boş grilik, Elric’in görüş alanının sınırında değil de yamaçtan birkaç yüz metre kadar ileride son buluyordu. Gökyüzünün batı ucu yukarıda bir noktadan sökülüp uçurumun dibiyle bağlanmıştı sanki. Albinonun gördüğü en ilginç vizyon paradokslarından biriydi. Elric devi bir şekilde geriletip aşağı devirmeyi düşündü. Ama düşüncesi umutsuzdu.
Ayaklara fazla yaklaşmamaya dikkat eden Elric yaratığın önüne koşturdu. Dev bulunduğu yerden öteye fazla açılmıyordu, zira pek de hantal olmayan kollarıyla sinek kovarmış gibi savaşıyordu Düzlemyürüyücülerle. Albino ne yapacağını bilmiyordu ama yüksekte savaşması gerektiğine emindi. Bir Düzlemyürüyücü onu yükseğe çıkarabilse... Derken Gardiyan önünde, yerde duran Elric’i gördü. Yamacı sarsan iki adımla Elric’in durduğu yere geldi ve bir ayağıyla albinoya vurdu.
Elric üzerine heyelan gibi gelen ayağı gördü. “Arioch!” diye umutsuz bir çığlık attı ve Fırtınayaratan’ı çift eliyle omzundan çıkardığı bir darbe ile savurdu. Aynı anda tüm gücüyle geriye sıçramıştı; hayatının buna bağlı olduğunu biliyordu. Kılıç parmakları doğrarken kanlar fışkırdı. Elric kaçmayı bir nebze başarmıştı ama yine de darbe onu yakaladı. Fırtınayaratan’a hayatı pahasına asılan albino metrelerce öteye fırladı.
Yıldırım yağmuru diyarı gotikçe aydınlatırken Ithsakorr hızını kesmeden ilerledi. Etrafında arkadaşları teker teker düşüyordu. Karanlık bulutlarla çalkanan gökten inen eflatun bir mızrak bir tanesinin vücudunu yakarak deldi. Bir diğeri yıldırımların yoğunlaştığı yerden öteye panik içinde manevra yaptı.. ve bir başkasıyla çarpıştı. Işık kanatlar birbirine dolanıp büzüştü ve iki Düzlemyürüyücü yere çakıldı.
Ithsakorr çevresindeki manzara karşısında silahını daha da sıkı kavradı ve hızını arttırdı. Yıldırımların arasından uçtu. Gardiyan’ın bir eli üzerine geldi ama Ithsakorr vücudunu bükmeden yana taklalar atarak kaçtı. Hızı hiç kesilmemişti. Diğer el, koca bir kayaya benzeyen bir yumruk şeklinde üstüne indi. Kanatlarını iyice geriye germiş olan Düzlemyürüyücü, bir şahin gibi uçuyordu ve kolaycacık bu darbeyi de savuşturdu. Sonunda devin gardlarını aşmayı başarmıştı; ve dosdoğru boyna atıldı. Silahın tek bıçağı ete daldı ve yatay bir kesik açtı. Ithsakorr kanatlarını zorladı ve dönerek diğer bıçakla da vurdu. Sonra yaratığın arkasına geçti ve diğer yanından uçup yükseldi. Elric yerde yatıyordu. “İki yana açılın!” diye bağırdı düzlem gezgini. “Yanlardan saldırın! Yıldırımlara dikkat edin!” Diğerleri çekilip iki şerit halini alırken albinoya doğru uçtu; onu kaybetmek, savaşı kaybetmek demekti.
Elric acı çeken bedenini zorlayarak ayağa kalktı. Fırtınayaratan kendisine güç aktarmamıştı. Az önce üzerindeki rünleri parıldayan kılıç şimdi sessizliğe gömülmüştü. Elric bunun kaosun bir işi olup olmadığını düşündü. Ama hayır, olamazdı; kılıç önceden de kendi alemsel mezhebinden olanları doğramıştı. Hepsinin ruhlarını ve yaşamsal güçlerini sömürmüştü. Derken Ithsakorr heybetli bir biçimde önüne indi.
“Lord Elric! Yaralı mısınız?”
“Hayır. Ama bu dev kaos dostumuza karşı fazla dayanamayacağız.”
Ithsakorr sözlere şimdilik alınmadı. Zaten Elric de içinden geldiği gibi konuşmuştu. “Ne yapmamızı öneriyorsun, Elric?”
“Beni havada taşıyabilir misin?” Ithsakorr’un kafasını aşağı yukarı salladığını görünce devam etti. “Yüksekten ilerleyip kafasına konmalıyız. Ona anca ölümcül bir bölgesinden zarar verebilirim.”
“Bizi fark etmeyeceği kadar yüksekten uçarsak yıldırım fırtınasında kavruluruz.”
Elric acı acı güldü. “Kaosa olan ihanetlerimden sonra bu çok da şanssız bir mesele olmazdı. Beni kafaya bırak ve sonra tüm yoldaşlarınla önden saldır. Şansımız varsa onu uçurumdan yuvarlayabiliriz.”
Ithsakorr bu çılgın fikri kabul etti. “Halkımın özgürlüğü için, Lord Elric. Ama inanın bana, benden başka birinin daha canını tehlikeye atmayı hiç istemezdim. Bunların olmasını hiç istemezdim.” Elric bir şey demedi ve havalanan Düzlemyürüyücü’nün ayaklarına sıkıca tutundu.
Yükselip bulutlara yaklaştılar. Ardında öfkeli tanrılar varmışça gürleyen bulutların altında deve doğru uçtular. Aşağıda Düzlemyürüyücüler uçuşuyor, saldırıyor ve düşüyorlardı. Yıldırımlar tüylerini diken diken ederek yanlarından geçip toprağı dövüyordu. Sonunda Gardiyan’ın tepesindeydiler.
Ama kaos yaratığı sinsice yaklaşan ikiliyi gördü ve panik içinde böğürdü. “Bu kadar kolay değil, Elric! Bu kadar kolay değil!” Tek elini yukarıya doğrulttu ve gökten düşen yıldırımlar parmaklarından fışkırdı. Öfkeli bir elektrik akımı ikiliyi içine aldı. Ithsakorr Elric’i zoraki bıraktı ve albino lanetler yağdırarak düştü. Düzlemyürüyücü manevralar yaptı ve cızırdayarak dalgalanan elektrik hatları fazla zarar vermeden etrafından geçip gitti.
Elric süratle düşüyordu. Yer yakınlaşıp kasvetli ve korkunç gökyüzü uzağa çekilirken her şey gözüne garip bir illüzyon gibi geldi. Tüm hayat öyleydi belki de... Devin kafasının yan tarafına çarptı, garip bordo berenin yumuşaklığı düşüşün şiddetini almıştı. Yine de albino setçe sekti ve yana yuvarlanarak kenara geldi. Sersemlikten dengesini kuramadı ve kenardan aşağı kaydı. Kocaman, kara bir gediğe benzeyen kulak boşluğunun yanında salınıyordu şimdi. Kulağın tam üzerinden itibaren tüm kafayı kaplayan berenin yan tarafında bir yere tek eliyle tutunmayı başarmıştı. Devin kafası etrafa çılgınca hareket ediyordu. Albino parmaklarını kumaşa bastırdı ve kendini yukarıya çekmeye çalıştı. Gardiyan’ın kulağının dibindeki bu paraziti fark edip kendini oradan savurmayışının tek nedeninin Düzlemyürüyücülerin gözü dönmüş saldırısı olduğunu biliyordu. Elric saldırının bir an daha sürmesini diledi.
Albino bereyi çekiştire çekiştire yukarı tırmanmayı başardı. Hareketli zeminde düşe kalka orta kısma koştu. Rüzgâr bu en yüksek yerde çığlık çığlığa uğulduyor, devin ve diğerlerinin bağırtılarının kakofonisine biniyordu. Elric suratında dünya dışı bir ifadeyle “Şimdi sıra sende, Fırtınayaratan!” diye haykırdı. Kara kılıcı sırtındaki kından sıyırdı. Kılıç ağır bir metal parçasından farksız, Elric’in elinde tepkisizce yükseldi. Albino hayal kırıklığı, merak ve öfke içinde kılıca baktı. Sonra kılıcı iki eliyle tutup ucunu aşağı çevirdi ve saplamak için havaya kaldırdı. Kılıç inmeden dev şiddetli bir şekilde kafasını salladı, albino dengesizce havaya fırladı ama tek eliyle bereyi sıkıca kavrayabilmişti. Kendini toparladığında koca bir kütlenin, Gardiyan’ın elinin alın tarafından yükselip bereyi sıyırarak geldiğini gördü. Dev, kafasının üzerindeki kaos parazitini sonunda fark etmişti. Elric kenara doğru umutsuz bir depara kalktı. Vuruş kendisini öldürmese bile uçuruma fırlatacaktı. Yaratığın omzuna atlayabilirse…
Daha birkaç adım atmıştı ki bir şey onu havaya çekti. Aynı anda devin eli, demin ayak bastığı yeri süpürüp geçti. Elric kafasını tam kaldırıp yukarı bakacaktı ki deminki darbenin geri geldiğini anladı. Yaratık elini kafasının arkasında frenlemiş ve yine başının üzerine havaya doğru sallamıştı. Koca bir avuç içi üzerlerine kapanırken Elric tekrar düştüğünü anladı. Bereye –bu sefer- sertçe çarpmadan önce yukarı bakıp Ithsakorr’u gördü. Düzlemyürüyücü geniş bir ters takla atarak dev bir dalga gibi gelen tokattan kurtulabilmişti.
Elric kararlı bir şekilde kalkıp kılıcı saplamak için hazır tuttu. Ama gökten gelen bir feryat kanını dondurarak onu durdurdu. Ithsakorr hala havadaydı ama bir yıldırım tek kanadını mimlemişti. Parlak ışık çürüyerek soldu ve büzüşmüş bir gölgeye dönüştü. Düzlemyürüyücü spiraller çizerek alçaldı ve Elric’in yanına kondu. Yüzü çektiği acıyı belli ediyordu; acı fiziksel olduğu kadar maneviydi de. Kanatsız bir Düzlemyürüyücü göçlere katılamazdı.
“Yap şunu, Melnibone’lu Elric!” diye bağırdı. “Kılıcı sapla!”
Elric Fırtınayaratan’ı son kez kaldırdı. Kılıcın üzerindeki rünler şimdi kanlı bir kırmızıyla ışıldıyordu. Kılıç titremeye başladı ve kara metalden şeytanlık dolu bir ezgi döküldü. Elric ezginin Gardiyan için olmadığını anlayamamıştı. Kılıcı sertçe indirdi. Ama kılıç kendini dikleştirdi ve dosdoğru Ithsakorr’un kalbine gömüldü.
Düzlemyürüyücü’nün boğazında sesler fokurdadı, ağzından kan boşaldı. “Elric...” diye fısıldadı ruhu kılıcın içine çekilirken. Kocaman açılmış gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Bir an için aşağılara, savaşan halkına baktı. Ve savaşın ötesindekilere, kendi solgun ırkının hepsine ve bir tanesine. Yaşlarla parıldayan gözler yukarı kalktı. “Seni bu savaşa ben soktum...” Düzgün tek kanadı da şimdi titrek bir ışık huzmesine dönmüştü; şekilsiz ve çirkin. O da yitip gitti ve düzlem gezgininin bir zamanlar umutlu ve güzel olan yüzü dehşetle büzüştü. Gözlerindeki parlaklık solarken hırıltıyla tekrar konuştu. “Sana her şeyi anlatmadım. Seni zor durumda bıraktım... Ama yine de bu ölümü haketmedim, Melnibone’lu Elric.”
Düzlemyürüyücülerin umudu Elric, kılıcı ölü adamın göğsünden çekip çıkardı. Onun da gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Aşağısında dev böğürüyordu, Düzlemyürüyücüler yaşamsal bir yere hasar vermiş olmalıydılar.
Elemlerle boğulmuş adam, Melnibone’lu Elric, ellerini açarak fırtınalı gökyüzüne haykırdı. “Ben lanetliyim! Ben lanetliyim! Kozmosun hangi gücü beni bu oyunlara dahil ediyorsa, bulutların ardından kendini göster! Artık kendini göster bana!”
Çılgınca uluyan Elric, müthiş bir öfke patlamasıyla Fırtınayaratan’ı sıkıca kavradı ve kılıcı kabzaya kadar Gardiyan’ın kafasına gömdü. Şimşekler ve gökgürültüleri ardı ardına patladı, devin böğürtüleri tüm düzlemi inletti. Albino prens Elric, kılıcı sağ eline aldı ve Ithsakorr’un cansız bedenini kaldırıp sol omzundan sarkıttı. Alın tarafına koştu ve iki el havayı yararak üzerinden geçerken gözü dönmüş vaziyette kendini aşağı bıraktı. Dev eller ölümcül yaranın olduğu yeri bilinçsizce dövdüler, bordo bereyi çekiştirip tırmaladılar.
Elric havada döndü ve kılıcını devin boğazına batırdı. Kılıç deriyi yararken, Elric Ithsakorr’u tutamadı ve Düzlemyürüyücü düşerken bir başkasının yoldaşlarının bedenini havada yakalamasını umdu. Albino, Fırtınayaratan’ın kabzasına iki eliyle asıldı. Boğazdan giren kılıç hiç duraklamadan yararak inmeye devam etti. Deli bestesi bir ezgiyi bağırarak söylüyor, Elric’in içine muazzam bir güç bırakıyordu. Elric ruhunu besleyen güçle çığlık attı ve kılıca daha da sıkı asıldı. Fırtınayaratan devin köprücük kemiğinin ortasından parçalayarak geçti. Tüm kaos gücünü yaratığın üzerine uyguluyordu. Göğüs kafesini yardı, etler kesildi ve kemikler parçalandı. Kan, kızıl bir şelale halinde Elric’in üzerine ve arkasına fışkırıyordu. Kılıcın kabzasına sıkıca tutunup, keserek aşağı kayan insan dışı varlık sadist bir kahkaha attı. Yarık düz bir hat halinde ilerledi ve karın bölgesine ulaştı.
Ölmek üzere olan dev, iğrenç bir yaygara içinde çırpınıyordu. Bağırdaklarından bir şey anlaşılmıyordu. Gür sesi şimdi bariton bir lakırdıya dönüşmüştü. Ağzından da kan sızıyordu. Tüm düzlemi sarsan bir inilti koyverdi ve geriye sendeledi. Ölümün ahestesinde ama yine de çılgınca kollarını sallayarak dengede durmaya çalıştı. Yamaç, devin tepinmelerini daha fazla kaldıramadı ve uç kısım sonsuzluğa doğru çökmeye başladı. Gardiyan bir kule gibi geriye devrildi. Ama henüz düşmeye başlamışken elini ufka uzattı ve ufkun sınırladığı batı diyarlarıyla gök kubbe arasındaki görünmeyen bir şeyi kavradı. Ayakları uçurumun dibinde, kafası ise ufuk tarafında kalacak şekilde son bir çabayla tutundu.
Elric, ahlakın en uzağında durmuş imparator atalarından bile ötede bir çılgınlık nöbetinin içinde olsa da tehlikeyi sezmişti. Ayaklarıyla yaratığın vücudundan destek aldı ve Fırtınayaratan’ı löp etin içinden çıkartarak kendini fırlattı. Umutsuzluk içinde çok yüksekte olduğunu fark etti. “Arioch! Yardım et, Arioch!” diye bağırdı muhtemel ölümüne doğru dalarken. Derken dev geriye kaydı ve yüksekte bir şeye tutunmadan böyle kalmasının imkânsız olacağı bir pozisyon aldı. Elric yer ile gök arasında çaprazlamasına gerilmiş yaratığın baldırına düştü. Göz ucuyla yaratığın gökteki görünmez bir şeyi kavradığını görmüştü. Albino yarı yatar şekilde dengesini korudu ve Fırtınayaratan’ı sağ elinde yüksekte tutup baldırdan aşağı kaymaya başladı. Kızıl gözleri dehşetle açılmıştı. Beyaz saçları arkasında uçuşuyordu.
Gök çatırdadı ve Gardiyan’ın tuttuğu şey esnedi. Devasa yaratık tutunduğu yerden aşağı kaydı ve konumu biraz yataylaştı. Ama kavradığı yer dayandı. Bundan birkaç saniye öncesinde Elric yaratığın dizinin kavisine öyle hızlı girdi ki metrelerce havalandı. Albino havada kollarını ve bacaklarını çılgınca sallarken altındaki canlı sütunun kaydığını ve yere yataylaştığını gördü. Elric’in içinden çığlık atmak geldi ama albino sükûnetini delilikle korudu. Yaratığın kaval kemiğine inmeden önce Yüce Dünyaların Lordları’na sessiz sözler verdi. Sertçe indi ve dengesini sağlayamayarak öne yuvarlandı. Düz bir takla attıktan sonra hızla ileri atıldı. Şimdi hafif eğimli bacakta arkasından kaosun şekilsiz maddesi kovalıyormuşçasına koşuyordu.
Elric devin çökmesini her an bekleyerek kaval kemiği boyunca koştu. Kısmen incelen bilek bölgesine geldiğinde müthiş bir rahatlamayla kendini toprağa fırlattı. Nefes nefese kalmış prens, yaratığın ayaklarının dibinden hiç hız kesmeden uzaklaştı. Güvende olduğuna emin olunca arkasına dönüp baktı.
Hayatının son anlarını yaşayan Gardiyan çaresizce göğü eşeledi. Bir an için daha yüksek bir yere tutundu ve kendini doğrulttu. Elric dehşet içinde izledi ve Fırtınayaratan’ı önünde hazır tuttu. O anda gökyüzü sayısız sarı ışık noktasıyla aydınlandı. Binlerce altın ok yoktan var olup göğü doldurdu ve yekpare bir ıslık sesiyle Gardiyan’a doğru uçtu. Savaşa katılmayan Düzlemyürüyücüler, hasımlarını kendi düzlemlerinden attıkları ölümcül oklarla uğurluyorlardı. Boyutsal oklar devi vurdu. Yaratık son bir çığlık koyverdi. İğrenç nefesi sert bir rüzgar olup Elric’in tarafına esti. Albino, Gardiyan’ın kaos alemindeki gerçek şeklini görür gibi oldu: devin onda biri büyüklüğünde grotesk bir iblis... Ölümcül yaralar almış et yığınının içinde solan bir tempoyla çırpınıyordu. Sonunda gökyüzü tekrar çatırdadı. Düzlemyürüyücülerin kozmostaki göçlerini engelleyen sınır muazzam bir gürültüyle yırtıldı. Devin koca cüssesi sessizce uçuruma devrildi. Ölü vücut sonsuzluğa doğru düşerken uçurumun ötesi şekillendi ve ufuk ait olduğu yere geri döndü. Düzlemyürüyücülerin hapsi sona ermişti.
Elric gerisingeri baktı. Sağ kalan Düzlemyürüyücüler korku ve hayret içinde kendisine bakıyorlardı. Elric garip bakışların Ithsakorr’u öldürdüğünden mi, Gardiyan’ın üzerinde verdiği mücadeleden mi ya da devin düşüşü yüzünden mi olduğunu bilmiyordu. Öğrenmeye niyeti yoktu; umursamıyordu. Yıldırım yağmuru durmuş, şimdi o kadar da kara olmayan bulutların yüzeylerindeki loş ışıklı şimşekler kalmıştı sadece. Kana bulanmış albino Ithsakorr’un kıvrılmış cesedini buldu. Umduğu gibi düşüş sırasında biri onu havada yakalayıp indirmişti. Yavaş adımlarla o yana gitti. Düzlemyürüyücüye ihanet eden kılıcı sertçe toprağa sapladı ve adamın başında diz çöktü.
“Bende umut aramaman gerektiğini söylemiştim sana, gezgin Ithsakorr. Fırtınayaratan’ın dost ya da düşman ayırmadığını söylemiştim. Kılıcımın ucunda can verdin.” Elric iç çekerek ayağa kalktı. Gözleri uzaklarda, Düzlemyürüyücülerin göçlerine başlayacakları uzak ufukta kenetlenmişti. Eflatun renkli ufuk buruk bir özlemle parıldıyordu. “Halkın artık özgür, Düzlemyürüyücü.” Fırtınayaratan’ı kabzasından tutup çekti. Karanlık sessizliğine yeniden gömülmüş kılıcı kınına soktu.
Baştan aşağı kanla kaplanmıştı. Kemik beyazı ve kan kırmızısı figür, Cehennem Dükü Arioch’un hizmetkârı olan ve kendi de bir iblise benzeyen Elric, Düzlemyürüyücülerin tarafına yürüdü. “Niye bana söylemediniz?” diye öfkeyle bağırdı. “Gardiyan’ın bir kaos yaratığı olduğunu niye söylemediniz?” Düzlemyürüyücülerin verecek cevapları yoktu. Elric de birkaç adımdan sonra öfkesini muhafaza edemedi ve içine büyük bir yılgınlık yayıldı. Yaşadığı ve inandığı her şeyi boş vermek istedi. Uçurumundan öteye yürürken “Açılın.” dedi. Sessiz savaşçıların arasından yürüyüp geçti.
Melnibone’lu Elric arkasına bakmadan kuru bir sesle konuştu. “Biriniz beni boyutsal avcının düzlemine götürecek. Sebep olduğunuz bunca olaydan sonra, bunu bana borçlusunuz.” Ama suçlunun kendisi olduğunu biliyordu. Ne kılıç ne de başka bir şey; sadece kendisi. Elric böylesine bir kadere sahip olduğu için suçluydu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder