Kara Hayal Rıhtım’ı Üzgünce Sunar:

Kuşlar Nerede Ölürse


Bölüm 8

8.

Karanlık. Bir Olan Dörtlü siyah bir burgaca girdi. Hava sicim bulmuştu ve parçalara ayıracakmış gibi sıkıyordu. Sallantılı bir yükselme hissi içinde, bilinçsizce savruldular.

Aydınlık. Ezeli Şampiyonlar tekrardan kendi vücutlarına dilimlenmişlerdi. Ahşap bir koridorun ucunda ayaktaydılar. Ne parçaladıkları ambar kapısı ne de başka bir çıkış vardı.

Corum, üstün bir bütünü oluşturmanın verdiği hoşnutluk hissini üzerinden attı. “Artık düşmanımıza yakın olduğumuzu hissedebiliyorum. Ordusunu -tabi başka bir tane daha yoksa- dağıttık. Son savaş önümüzde yatıyor.”

Melnibone’lu Elric omuzlarına büyük bir kederin çöktüğünü hissetti. Az önce ruhu ve bedeni diğerlerininkiyle doluyken kederden ne kadar da uzaktaydı. Şimdi ise tekrardan parçalanmış bir varlıktı. Kaderinin böyle, tam bir mevcudiyetin bölünmüş bir parçası olarak yaşamak olduğunu anladı. “Gelin.” dedi ilerlemeye başlarken yandaşlarına. “Yüzü Olmayan Adam’la karşılaşalım. Bu avantür artık bitmeli.”

İleri kıvrılan koridorda yürüdüler. Hiçbir kaynağı olmamasına rağmen loş mavi bir ışık havada pırıldıyordu. Vernikli koyu ahşabın üzerine sürtünen ışık koridoru berrak bir gece gibi aydınlatmıştı. Havada bir serinlik hâkimdi. Nefes almak tatlıydı.

Erokose derin bir nefes çekti. “Kendi dünyamda ve başka hiçbir boyutta böyle ferah bir hava solumadım. Tamamen yabancı. Ayaklarımızın altında, geride bıraktığımız salonun uzandığını sanmıyorum.”

Normal bir zamanda kasvetli gelebilecek koridorda iç gıdıklayan bir dirilik süzülüyordu. Dörtlü memnuniyetle kabullendi ve serin hava vücutlarına ve ciğerlerine doluşurken tüm yorgunluğundan arındı. Havanın dinçleştiren sihirli bir etkisi vardı. Atmosfer, durağanlığın aşılmış bir evresinde dirice sabitlenmişti.

“Sanırım” dedi Corum, “Yüzü Olmayan Adam, başka hiçbir yerde olmayan bir atmosferin içinde yaşamaktan hoşlanıyor.”

Elric sakin bir ses tonuyla “Nefes alıp almadığından bile kuşkuluyum.” dedi.

“Dünyamdaki en güzel ormanlarda bile böylesine üstün bir hava bulunmaz. Güzelliği bir evrim gibi olsa da, nefes almıyorsa normal bir atmosfer bile fazla olacağına göre, neden daha üstün bir atmosfer içinde yaşıyor öyleyse?” diye sordu Corum.

Sorusu cevapsız kalacaktı. Kızıl Cüppeli Prens cevabı arkadaşlarından duymayı beklemiyordu zaten. Yaşam ağacının içine oyulmuş bir koridorda yürüyorlarmış gibiydi, dev ağacın aurası koridoru nazikçe havalandırıyor ve ışıklandırıyordu. Ayak sesleri ileriye doğru yankılandı. Konuşmadan ilerlediler. Hiçbir tehdit gözükmüyordu.

Koridor yumuşakça döndü ve bir başka uzun geçit önlerinde belirdi. Yeni koridorun ortasına doğru, sol kısımda, egemen mavi ışığı bastıran bir parlaklık vardı. Dörtlü yarı ihtiyatla ilerledi.

Bu kavisli, yerden tavana bir camdı. Dışarının olağanüstü pırıltısı camdan içeriye, evrenin ortasındaki bu koridora akıyordu. Camın ardında sonsuz bir karanlık ve sonsuz bir ışık seli kavuşmuş, harmanlanmış ve rasgele dağılmıştı. Dörtlü ses çıkarmadan, hayranlık içinde seyretti. Cam, uzaya açılıyordu.

Eflatun bir leke tam karşılarında, uzay boşluğuna sıçramıştı. Büyüklüğünü ve uzaklığını kavramak olanaksızdı. Uzak binlerce yıldız mor, sarı ve mavi ışık tayflarından iplerle birbirlerine ve göğe bağlanmışlardı.

“Kozmik tehlike…” diye fısıldadı Elric. Kalede değillerdi, kalenin en yüksek kulesi göğü delip uzaya çıkmıyorsa şayet. Burası Yüzü Olmayan Adam’ın şatosuydu ve şato uzaydaydı. ‘Kozmik’ kelimesinin en basit anlamının en yakıştığı yerde.

Manzaraya bakmak ürpertici ve güzeldi. Dörtlü bir süre oyalandıktan sonra devam etti. Uzayda seyreden bir şatonun koridorlarını adımlama fikrinin genişliği canlarını sıkmıştı. Yüzü Olmayan Adam’ın gücü nereye kadar uzanıyordu?

Dört şaşkın, hüzünlü, kaderce güdülmüş savaşçı uzun koridorlar boyunca yürüdü. Hoş hava ciğerlerini doldurdu. Süzülen mavi ışık, kavisli cam pencerelerden yansıyan ışığa nazikçe yol veriyordu. Ara sıra, pencerelerin önlerinde eşsiz kerestelerden yontulmuş kesif kahverengi sandalyelere rastlıyorlardı. Köşelere sinmiş sehpalar vardı; üzerlerindeki vazolarda, daha önce hiç görmedikleri türden rengârenk çiçekler aromalı kokularını yayıyorlardı. Ayaklarının altını yer yer, tok abanozun üzerini örtmüş uzun halılar kaplıyordu. Kırmızı rengin baskın olduğu halılar ayak seslerini boğuyordu.

“Sanırım” dedi sarı-kahverengi kaşlarını hafifçe çatmış, gözleri kısık ileri bakan Hawkmoon, “Koridor silsilesinin sonuna geldik. İleride ışık daha farklı parlıyor.”

Geçit genişledi ve yükseklik kazandı, taş ve abanoz kırması karanlık bir kemere dönüştü. Diğer taraf sisle dağlanmışçasına bulanıktı. Dörtlü eşikten geçti. Kimse tek bir kelime etmedi. Yüzü Olmayan Adam’ın uzaydaki şatosunun son odasına varmışlardı.

Taht odası başlarının üzerinde yükseldi. Geride bıraktıkları salon kadar olmasa da büyük ve yüksekti. Elric heyecan ve garip bir rahatlama duydu. Sonunda hasmıyla yarım kalmış savaşını bitireceği yere ulaşmıştı. “Zafer ya da hezimet, ikisi de sonu getirir. Sonda teselli vardır.” diye mırıldandı kendi kendine, ilerlerken. Diğerleri Elric’in dediklerini duymuşlardı, ses çıkarmadılar. Albino haklıydı. Dört Ezeli Şampiyon vakurla ilerledi.

Soluk yeşil ışıltılar saçan havuzların üzerindeki taştan ince köprülerden geçtiler. Suyun üzerinde kıvrılan daracık köprüler küçük birer labirent oluşturmuşlardı. Odaya birden fazla kemerli koridor girişi vardı. Dörtlü, girişlerin olduğu yer ile bulundukları kısmı, ışıldayan havuzlardan bir bent ile böldü. Uzak tarafta, duvarda iki tane büyük plaka parlıyordu. Tam altlarında küçük bir motif vardı.

Ufak ama emin adımlarla henüz şekillenmemiş motife doğru yürürlerken, her biri ara ara tavana göz attı. Büyük odanın tavanı yarım küre eğimiyle yontulmuş devasa bir camdı. Yarım kubbenin ardında uzay ışıltıdan dişleriyle sırıtıyordu. Çok daha parlaktı, çok daha doluydu ve çok daha güzeldi. Yıldızlar en güzel elbiselerini giymişlerdi, dans ederlerken bukleleri ve etekleri bonkörce, rengârenk uçuşuyordu. Gaz bulutları ağırca ama en egzotik renklerde sarmalamışlardı yıldızların etrafını, hiç durmadan servis yapıyorlardı. Göktaşları görünürde avare avare dolanıyorlar, eğlenceli oyunlarla soyluların soytarılıklarını yapıyorlardı. Ve siyah kadifeden engin bir pistte dans ediyordu herkes; astral konuklarıyla, ışıltılarıyla, renkleriyle, ahengiyle, galaksilerden oluşmuş içki pınarlarıyla fersah fersah bir partiydi bu.

Mavi kırmızı bir ışık odayı ılıkça doldurmuştu. Geride bıraktıkları dışında, uzak köşelerde daha küçük havuzlar vardı. Bunlar dışında oda boştu. Bunlar dışında ve taht ile ardındaki devasa kapı dışında. Dörtlü, elleri kılıçlarının kabzasını sıkıca sarmış vaziyette ilerledikçe küçük motif ılık ışığın fırça darbeleriyle betimlendi. Oldukça sade bir tahttı. Ardındaki plakalar, yerden tavana kadar uzanan büyük, gri mavi metalik bir kapının iki bölmesiydi. Yüzü Olmayan Adam derin işlemeli görkemli bir platin zırh giymiş, simsiyah bir cübbeyle zırhının etrafını sarmalamış, kara başlığı takılı, tahtında kıpırtısızca oturuyordu.

“Hoş geldiniz, Şampiyon Ezeliler. ” dedi kıpırdamadan. Tenor ve bariton arasında mükemmel bir tını yakalamış ses dörtlüyü duraksattı. Elric, Corum, Hawkmoon ve Erokose yan yana durmuşlar, sessizce, doğalarından gelen alabildiğine sert bir mizaçla düşmanlarına bakıyorlardı şimdi. Kılıçlar kınlarından aynı anda, keskince sıyrıldılar.

“Ben misafirperverliğimi sunuyorum, sizse silahlarınızın keskinliğini. Nankörlük insan ya da Ezeli Şampiyon ayırmıyor, bakıyorum da. Evrenlerdeki canlıların tümünün ruhlarına, yaratılışın en başında işlenmiş bir küstahlık bu.”

“Doğaüstülük nasıl delilik ya da us ayırmıyorsa…” diye karşılık verdi Elric. Önceki karşılaşmalarından ötürü gözleri nefretle yanıyordu.

Yüzü Olmayan Adam, suratındaki karanlıktan bir kahkaha koy verdi. “Sizi temin ederim ki, doğanın üstü olan bir kavram yoktur. Doğa manipüle edilebilir, ama her şeyin üzerinde bilinçsiz de olsa hüküm sürer.” Elleriyle tahtının kol kısımlarını kavradı ve bedenini doğrulttu. Şimdi daha dik, daha heyecanlı oturuyordu şatosunun tahtında. “Misafirperverliğime kılıç çekerek karşılık vermenize gerek yok. Ah, o kadar uzun zamandır kimseyi ağırlamadı ki bu salonlar… Aslında, varlığımın başından beri hiç kimseyi.” Tek elini havaya kaldırdı ve hafif bir işaret yaptı. Dörtlünün tepesinde hava yarıldı ve siyah yarıktan dört tane yüksek sırtlı ve grotesk kollu sandalye indi. Dörtlüden hiçbiri oturmadı.

Corum kılıcıyla havayı sertçe çizdi ve silahının ucunu yere indirdi. Dimdik duruyor, kırmızı cübbesiyle hiddetli bir fırtına gibi görünüyordu. “Her birimiz kendi dünyalarımızdan koparıldık. Sizin yüzünüzden, nedenini bilmediğimiz ezeli bir savaşın bir kez daha enstrümanı haline geldik. Kaçık salonunuzda sayısız tehlike atlattık. Hayır, misafirperverliğinizi kabul etmiyorum. Buraya sizi yok etmeye geldik.”

“Evet, kilerimi geride bıraktınız.”

Dörtlü rahatsızlık içinde kıpırdandı. Tanrılara yaraşır salonun, sahibi tarafından bir kiler olarak görülmesi tedirgin ediciydi.

“Uzak yıldızlardan getirdiğim böcek sürümün kraliçesini öldürdünüz. Yeni bir kraliçe çıkartabilmek için yüzyıl boyunca topluca döllenmeleri lazım. Böcekler ilgi çekici yaratıklar. İlkelerine bağlılar. Amaçlarındaki ululuk ahlaktan sıyrılmış. Bunun için çalışıyorlar, savaşıyorlar, yaşıyorlar ve ölüyorlar. Tekdüzelikten uzaklar. Duyguları sabit ve ilkelerinin üzerine asla çıkmıyor. Vücutları narin insanlar gibi hemen kırılmıyor. İnsanoğlunun zayıflıklarından arınmışlar.” Burada keyifle güldü. “Yine de, insanoğlu mevcut çoklu evrenin vazgeçilmez bir unsuru. O yüzden uşaklarımı, seyislerimi, hizmetkârlarımı ve askerlerimi zekâ sahibi böcek-insan kırması bir ırktan seçtim. Hem böcek, hem insan. Bir bakıma, onlar benim prototip ırkım. Numune çocuklarım. Fark ettiğiniz gibi belirli düzlemler arasında yolculuk yapabilme gibi basit yetileri ise seçimimin ironili ve keyfi tarafıydı. ”

“Ne için prototip?” diye sordu siyah dev savaşçı boğuk bir gürlemeyle.

“Amacım için. Amacım için var oldum ben, amacım için uzayda ve zamanda dolaştım, çarpıttım, değiştirdim, öldürdüm ve gereksinim duyduğum enerjiyi soğurdum. Amaca ihtiyaç var oluşsal güçleri tetikler. Bir şeye ihtiyaç varsa doğa ihtiyaç duyulanı doğurur. Sonsuz bir yaratma gücüne sahip olsa da doğa yarattıklarını kontrol edemez. Yarattıklarını evrene salar ve kör bir gözle onları gözler, sağır kulaklarıyla sonuçları dinler. İşte ben bu yaratılardan biriyim, kör bir gözle ve belki sakat bir elle yaratıldım. Tıpkı sizler gibi. Farkımız, amacımın bilincinde olmam, onun için var olup onu gerçekleştireceğimi bilmem.”

“Öyleyse” dedi Corum sessizce, “koridorları dolduran hava da bir prototip, değil mi? Hoşnutluk ve dirilik veren, dinlendirici atmosfer… İnsanoğlunun soluduğu bilindik atmosferlerden tamamen farklı, belki de üstün… Tüm bunların anlamı ne?”

“Ah,” diye soludu Yüzü Olmayan Adam, “Güzel bir mantık yürütme. Ama yarıda kalıyor. Yarıda kalmamalı.”

Erokose anlamaya başlıyordu. “Sen…” Devam edemedi. Kör kaptanın boyutsal kadırgasıyla yaptığı yolculuktan itibaren Yüzü Olmayan Adam hakkında öğrendiklerini birleştirip uygun yerlere koyunca… Kozmik avcı konuşmaya devam ediyordu ama Erokose çalkalanan, uzaktan gelen bulanık bir ses duyuyordu.

“Gerçeğinin yanında önemsiz bir duman gibi kalacağına sizi temin ederim. Farklılığını hissettiğiniz için memnunum. Umarım beğenmişsinizdir.”

“Yeter.” dedi Elric Fırtınayaratan’ı yukarı kaldırarak. Yüzü Olmayan Adam kılıca sessizlik içinde baktı. Fırtınayaratan ürkek de olsa kısık bir kıkırdama koy verdi. “Ne yapmak istediğin beni hiç ilgilendirmiyor. Burada bulunma nedenimizi biliyorsun. Avcı, av oldu. Şimdi ayağa kalk ve dövüş. Yoksa karanlığını, tahtında otururken parçalamak zorunda kalacağım.”

“Pekâlâ.” dedi Yüzü Olmayan Adam zarifçe kalkarken. “Ama önce size göstermek istediklerim var.” Başlığını indirdi ve simsiyah küresel yüzü gözüktü. Kollarını iki yanında havaya kaldırdı. Arkasındaki büyük kapının iki bölmesi ağırca açılırken, habis varlık havalandı. Cübbesi uçuşuyordu. Katran rengi çizmeleri, siyah eldivenleri açığa çıktı. Yüzü çoklu-evrene açılan minicik bir geçitti. Dörtlüye yukarıdan kötücül bir ihtişamla bakıyordu. Arkasında kapı tamamen açıldı. Yüzü Olmayan Adam rahat hareketlerle, hızlıca uçup dev eşikten girdi. Dörtlü o kadar rahat değildi. Ezeli Şampiyonlar kapının açıldığı yere, uzayın derinliklerine doğru kontrolsüzce savruldular.

***

Doğa ya da evren olarak adlandırılan soyut fenomen, meta-güçle özü yoğurup yaratırdı. Öz, evrenindi. Öz, evrendi. Dört Ezeli Şampiyon savruldukları evrende bilinçli bir öze geri dönmüşlerdi.

Elric geçmişini unuttu. Kedere değin tüm hatıralar uzayın siyahlığında eridi. Özünü büyük bir coşku sarmıştı. Sevinç, üstünlük hazzı, güzel duygulara açılan manevi sınırın ortadan kalkması… Arkadaşlarına baktı. Mor ve ötesi ışık kuşaklarıyla tutturulmuş, parlayan ve dalgalanan gazlardan, dağınıkça uzanan koyu taşlardan ve hepsini kımıl kımıl saran canlı kara enerjiden oluşmuş vücutları sonsuz boşlukta salınıyordu. Dev bir yılan gibi şekilsizce, mutluluk içinde sürünüyorlardı obsidiyen uzayda. Sorgulama yoktu. Korku yoktu. Yıldız tozlarının berraklığı içinde gelen esrime ve amaçları dışında bir şey yoktu.

Ezeli Şampiyon özleri evrene baktı. Yüzü Olmayan Adam bulunmalı ve yok edilmeliydi. Elric’in vücuduna ufak dikenler batıyordu. Öz dalgalandı ve bunların ufak yıldızlar olduğunu gördü. Vücudunun kıvrımlarının, uzamı yararak yıldızlara değmemesini sağladı. Corum’un özü yeşil bir dünyanın etrafından dolaştı. Erokose birkaç ışık yılı yukarıda, uzayın zirvelerinde süzülüyordu. Hawkmoon parlak ve çok büyük bir güneş karşısında şahlandı ama sonra mücadeleden vazgeçerek uzaklara kaydı.

Dörtlü siyah kadifeden evrende ilerledi. Özleri sürtünerek, kıvrılarak ve sürünerek üç boyuta aktı. Parlak galaksilerin samandan yollarında dolaştılar. Karbon zırhlı beyaz cücelerin yüzlerine alaylar savurdular. Bulutsu gezegenlerin içlerinden geçip helyum denizlerinde yüzdüler. Uzak bir kuyruklu yıldız el salladı.

Sonunda, sonsuzluğun uzak bir köşesinde, cennetin lambalarına benzer süpernovaların ışıklarıyla rengârenk ışıldayan bir diyara geldiler. Kendilerinden daha büyük kırmızı devler, diyarın nöbetçi kuleleri gibi etrafa dağılmışlardı. Yakıtlarını tüketmiş tombul yıldızların arasından dolaştılar ve yolları tamamen açıldığında Yüzü Olmayan Adam’ı gördüler. Süpernovaların, kırmızı devlerin ve geri kalan ışıltılı uzay tebaasının tepesinde yükselmiş duruyordu. Evrenin doruğunda ölçüsüz bir azametle avına bakıyordu. Kara deliklerin babası, uzay yiyen.

Yüz hatlarına benzer kara delikten bir dizi ışık saçması döküldü. Uzaya saçılan ışık huzmeleri anında geri yutuluyordu. Yüzü Olmayan Adam böyle konuşuyordu. Işıklar salyalar gibi saçıştı. “Bilinç kırıntıları taşıyan kozmik bir öz olmak muhteşem, değil mi? Bir de bilinç üstü bir öz olmayı hayal edin.” Bir dizi ışık saçması binlerce fersahlık alana yayıldı. Kahkaha atıyordu. Uzak görünen bir yıldız, görünmeyen bir elle kavranıp çekilmişçesine aniden yakına sürüklendi ve bükülüp ışık parçacıklarına ayrılarak yutuldu. Şimdi dörtlü de karşı koyulmazcasına yavaş yavaş çekiliyordu.

“Yok oluşunuz görülmemiş nitelikte bir ululuğa hizmet edecek. Doğa, hiçbir zaman böylesine sertçe kandırılmamıştı! Güce sahip olanlar asla böyle bir şey düşünmemişti; güçsüzler ise hayal dahi etmemişti ki sadece gücü olmayanlar elde edemeyecekleri şeyleri düşlerler.”

Dörtlü kötücül manyetizmaya yakalanmış, yavaşça çekiliyordu. Yüzü Olmayan Adam’dan ışıklar saçılmaya devam etti. “Güneşler kadar büyük olan özler, evrenin sadece çok küçük bir parçasını gördünüz. Atomdan evrene, evrenden çoklu-evrene. Düşlerden gerçekliğe. Kaosun bile ayak uyduramayacağı değişken bir hızla genişliyor evren. Yasa buna göz atsa delirirdi. Sürekli hamile kalan, sonsuz sayıda doğuran kâinatı artık terbiye etme vakti gelmedi mi? En ilkel mantık normları bile genişleyebilen bir nesnenin sabit durabileceğini de bilir. Sakat bir beyin için bile fazlasıyla basit.”

İstemsizce savrulan özler karşı koymaya çalışıyordu. Vücutlarındaki toz bulutları uzay tufanları kopardı, renkler parıldayarak çığlıklar attı. Parlak helyum patlamaları kozmik meşaleler oluşturdu. Fayda etmedi.

“Alelade bir adım daha atarsak, önce büyüyebilen, sonra sabit kalabilen bir nesne küçülebilir de. İçe çökme! Çoklu-evrenden evrene, evrenden atoma. Gerçeklikten düşlere. Sonra…” Büyük bir ışık patlaması siyah yüzeyden dalga dalga yayıldı. Büyük patlama.

“Gökler, yıldızlar, denizler… Dünyalarınız, tanrılarınız, insanlarınız… Hepsi, her şey tek bir atoma indirgenecek. Zamanın başlangıcından beri var olan tüm canlı ve cansız kavramlar tek bir atomda bütünleşecek.” Ezeli Şampiyonları gırtlağına doğru çeken Yüzü Olmayan Adam müthiş bir keyif içinde konuşuyordu.

“Zayıf bir var oluştu bu. Sınırlayıcı fizik kurallarının, maskeli balolara ait olan büyülerin egemenliğinde, ne yaptığını bilmeyen tanrıların gölgesinde geçen milenyumlar. Tekdüze yaşamların içinde kaybolmuş, dalgın var oluşçu buhranlar. Yapmak zorunda olduğun şeyin nedenini bilmemenin, insan ruhuna deşilmiş bir karın kadar acı bir etkisi var. Bunu bilirsiniz, Ezeli Şampiyonlar. Mevcut çoklu-evrenin canlıları yaşamın nedenini bile bilmeden yaşadılar, bunun hissedilen ve ya hissedilmeyen acısı içinde öldüler ve kayboldular. Her durumda ruhları yaralıydı. Koca var oluş, büyük bir hezimet. Bu evren, ötesindeki evrenler, kavranamayacak kadar büyük olan bu kâinat, var olan en büyük başarısızlık!”

Kara delik dörtlüyü tam önüne aldı. Artık aynı göreceli yükseklikteydiler. Dört özün önünde kaçınılmaz olarak yükseldi. Öylesine büyüktü ki, bulutlu bir gecede siyah göğü seyretmeye benziyordu; her yerdeydi.

Yüzü Olmayan Adam neredeyse neşe içinde haykırıyordu. “Ulu amacımı bu şekillendirdi. Tekdüzelik. Kara maddenin içine işlemiş başarısızlık kokusu. Bu evren… Katıydı, yine de değişken. Farklıydı, yine de aynı. Böylece enerjiye açlık çektim. Enerjiye açlık çektim.

Dörtlü, korkunç devin kuvvetli çekim devinimine kapılmıştı. Girdaplar halinde dönüyordu. Renkler dağılmamak için birbirlerine tutunuyordu. Kozmik vücutları çarpıştı ve iç içe girdi. Bir parçaları, sanki cübbelerinin eteklerini kaptırmışlar gibi, kapılmıştı ve şiddetle çekiliyordu.

“Ezeli Şampiyonların enerjisinin eğrileştirilmesi, kozmosta, evrenin büyümesini tersine tetikleyecek tek yol. Beslenmem gereken, soğurmam gereken tek enerji. Kâinat sizinle büyüyor; bir şampiyon, evrenin köşesinde, kozmik atının eyerinde, kozmik kılıcıyla ileriye şahlanıyor ve evren o yöne hızla atılıyor. O yüzden ruhlarınızdan başka bir besin yiyemem, duygularınızdan başka bir nektar içemem. Amacım var oluşum, sizler ise var oluşumun araçlarısınız.”

Coşkunun ve üst mutluluğun düş denizlerinde boğulmuş benliklerin yuvası özler, kâinatın burgacından içeriye kayıyordu. Dünyalarındaki manifestoları pozitif duyguların, mutluluğun ve kardeşlerinin anca gölgelerinde soluyabilmiş varlıklar, dipsiz kuyudan içeriye girmemek için son çare olarak birbirlerine tutundular. Yanlarında yıldızların minyatür kaldığı kozmik cevherler radyoaktif şimşekler içinde kaynadılar; Elric’in bembeyaz göktaşı kuşakları Corum’un kızıl gazlarıyla birleşti, Erokose’nin kara enerjisi kuzguni bir fırtına gibi üzerlerine çöktü, Hawkmoon rengârenk bir toz bulutu halinde aralarına kıvrıldı. Bedenlerindeki tüm statik enerji hareket için aktı ve dönüştü. Teke indirgenen öz, yıldızları çıldırtacak bir dansla şekil buldu. Yüzü Olmayan Adam, Bir Olan Dörtlü’nün özüne bakıyordu.

“Nedir bu, nedir bu?” diye, o boylamda kesişen birkaç boyutu kaydırarak bağırdı kara delik.

Yıldızlardan dövülmüş kılıç, uzay kütlesini iterek kalktı. Çok geçti. Işık parçalarına ayrılmasa da, nebulalardan, süpernovalardan, kurt deliklerinden ve yıldızlardan oluşmuş, dünya üzerindeki formunun parodisi olan büyük öz, kara deliğin katran girdabından içeriye aktı.

Utopia!

Yüzü Olmayan Adam’ın karanlığının açıldığı içsel mikrokosmos, yok-evrene açılan bir makrokozmostu. Düşünce kırıntıları, kolâjsız imgelememler, alev alev arzuların en sıcağı yok-evren. Burası Yüzü Olmayan Adam’ın bilinçaltı mıydı? Bir Olan Dörtlü’nün gücü parçalanmaya direndi. Parçalanması gerekiyordu. Paradoks çöktü.

…Simsiyah dalgalar uçtan akıyor, her bir kıvrım birbiri üzerine çıkıyor, taşıyor, çözülüyor. Hiçliğe doğru kaydığı için hız kavramı anlamını yitiriyor, ama o anda oluşan körpe bir galaksinin bir kalp atımlık sürede gözden kaybolması çok çok hızlı ilerlediğini gösteriyor. Yavaşlıyor, yavaşlıyor ve sonunda duruyor. Önce yavaşa, ardından acımazsız bir hızla gerilemeye başlıyor. Evrenin ötedeki kolonu kırılıyor ve kara madde hızla içe doğru çöküyor.

Yabancı bir dünyanın insanları içbükey sarkan mavi göğe bakıyorlar. Çatırdıyor, yarılıyor ve aradan fırlayan hiçlik insanları yutuyor. Başka bir dünyada insanlar gece göğünde yıldızların teker teker bir noktaya toplanıp kaybolmasını izliyorlar. Gerçeklikleri kayıyor ve göz açıp kapayıncaya kadar toplanmış gökyüzü içeri göçüyor. Uzayın enkazı dünyaların üzerine çöküyor…

Nasıl? Nasıl? Maddenin ve zihniyetin yanlışlığı… Düzeltmeliyim. Enerjiye açlık, enerjiye açlık. Soğurmalıyım. Yaratmak… Gerekli güç… Şampiyon ezeli…

Evrenlerin birbirine bağlı olduğu kirişler kırılıyor. Hepsi birbiri içine kayıyor. Yıldızlar ansızın ışık tozu haline geliyor… Evren bükülüyor. Çoklu-evrenin çocukları teker teker soluyor. Kozmik bir deprem boyutları eziyor. Tanrılarıyla, canlılarıyla, enerjisiyle her şey içe çekiliyor.

Henüz tam boyutlarına erişmemiş bilinçli bir kara delik, boş bir evrende paradokslar yaratıyor. …Yanlışların düzeltilmesi için baştan başlamak gerekiyor. Çoğu varken, azıyla yetinmemek… …Mükemmel evren, var olan üzerine kurulamaz. Var olanın değil, var olmayanın mükemmelliği yaratılabilir… …Yaratmak için yok etmek gerekiyor. Yaşamak için ölmek…

Sonunda, sonsuz çoklu-evrenin enkazının güttüğü tek bir evren kalıyor. O da içe doğru parçalanıyor, güneşleri kırılıyor, süpernovaları sönüyor… İçe çöküyor… Bükülüyor, bükülüyor ve bükülüyor. Ta ki, tek bir atom kalana değin. Çoklu-evren, sıkışmış tek bir atomda toplanıyor.

Zayıf bir var oluştu bu… En baştan yaratılmış, mükemmel evren… Bilincin doruğunda yaratacağım onları! Zamanın ikinci başlangıcı… Böcekler, böcekler, böcekler… Hayır, onlar sadece prototipti! Mükemmel evrenin prototip canlıları. Daha kusursuz… Kuralları toplum belirlemeli… Yok-evrenin halkları… Amacınız uluysa devam edin… İyi akşamlar, yolcular… Amacım için var oldum ben… Tanelorn, üzgünüm… Rotamız iyice anlaşıldı, değil mi kaptan?... Düşüncelerim, ah yanıyor! Düşüncelerim yanıyor! Yok-evren, seni ben yaratıyorum! Çıkın içimden, sefiller!

Kâinat üç kutba ayrılıyor. Çoklu-evreni taşıyan sıkışmış atom, hiçlik, ve bilinçli kara deliğin şimdilik sığındığı paradoksal yarık. Doğa, bilinci bir kara delik yerine sıradan bir kozmik kavrama verseydi, kavram içe göçen evrenle birlikte yok olup gidecekti kuşkusuz… Kör doğa… Sıkışmış atom kızışıyor. Büyük patlama yeni evrenleri yaratacak. Büyük patlama başına buyruk olmamalı. Kara delikten muazzam bir güç dalgası fışkırıyor. Sayısız Ezeli Şampiyon’dan soğurulmuş, yutulan yıldızların, gazların, göktaşlarının, hatta küçük kara deliklerin öğütülmüş enerjisiyle bezeli güç… Tüm güç tek bir atomun üzerine akıyor. Patlama… Sesi olsa, birkaç milenyum boyunca gümbürdeyecek… Tarifsiz patlamanın anında oluşmaya başlayan evren, görünmeyen bir el tarafından yönetiliyor. El, önceki çoklu- evrenden soğurulmuş enerjiyle hareket ediyor. Mükemmellik çerçevesinde, oraya buraya yeni yıldızları, yeni alev toplarını, yeni güneşleri, gezegen haline gelecek yeni sıcak gaz bulutlarını, yeni yaşam tozlarını savuruyor. Yeni kelimesi, sadece taze anlamında değil. İkinci büyük patlamada oluşan evren, ilkinin fiziksel görünümünden tamamen farklı; önceki çoklu-evrenin bilinmeyen tarihi boyunca hiçbir canlının hayal bile edemediği şekilde; kimse gerçeklikte olmayan bir şeyi tasavvur edemez. El, hızla yayılan evreni seri ve usta darbelerle dizginliyor, amacı doğrultusunda koşturuyor, yaratıyor. Kandırılmış doğa sadece bakmakla yetiniyor.

Dört boyutlu evrende zaman ivmeleniyor. Dünyalar şekilleniyor. Yeni evrenin sakinleri karanlıktan sıyrılarak gözlerini kırpıştırıyor… Siyah cübbeli bir figür yarattığı canlıları eğitiyor… Mükemmel toplum, kâinatı yöneten tek tanrının, somut tanrının liderliğinde gelişiyor… Yüzü Olmayan Tanrı, garip fizik kurallarının hâkim olduğu fantastik dünyalardaki üstün canlılara ilahi bir varlık olmak istemediğini söylüyor… Yok-evren, yönetmek ve tapınmak için yaratılmıyor, öncekinin yanlışlarından arınmış en mükemmele ulaşmak için yaratılıyor… Yüzü Olmayan Adam artık var olmayan Kaosun ve Yasanın hatasına düşmüyor… Eskisinin üzerinde, yeni bir evren yükseliyor. Ululuk, bir kâinatı öldürmek ile daha iyisini yaratmak arasında yatıyor.

Hatıralar, duygular, arzular… Hepsi net bir potada eriyip Bir Olan Dörtlü’nün özüne sürtündü. Şampiyon, kılıcını mevcut evrenden yana kaldırdı. Silahı, yok-evrenin imgelemlerini yararak savurdu. Yok-evrenin idealleri, tüm gerçeklikte var olan çarpıtılmış, bozulmuş yaşamlar gibi, bir silah tarafından yok edildi. Silah insanlığı yok etti, dünyaları yıktı. Yüzü Olmayan Adam’ın bilinçaltına darbeler indirdi. Bir Olan Dörtlü kara deliğin içindeki bilinci parça parça kesti. Yıldız kılıç hatıralara vurdu, yıldız kılıç duygulara vurdu, yıldız kılıç arzulara vurdu.

Hayır! Anlamıyor musunuz? Daha iyiye ulaşmanın yolunu yok ediyorsunuz. Boşuna yaşanmış hayatların kurtuluşunu parçalıyorsunuz. Kanınız keder mi çekiyor? Ah, arzularıma vurmayın! Daha mükemmel bir var oluşu kavrayamıyor musunuz? Üstün fiziğin ve kusursuz ideaların hâkimiyetindeki bir var oluşu? Hayır, bilincim kayıyor… Bu evren bozuk bir yaşamın gölgesinde biçimlendi, viran bir yaşam yerine yok oluşu seçme ululuğunu gösteremiyor musunuz? Yargınız zamanın etiğinde şekillendi ama mükemmelliğin ışığını görmek aklınıza bir üst kademe düşünme yetisi de mi sağlamıyor? Ah, yok oluş, benim… Bu evrenin çocukları ve Ezeli Şampiyonlar, sizleri lanetliyorum! Değiştiremediğim yaşam, ıstırap. Yaşam uzun süre, sizin.

Bilinçaltı parçalanan bilinç, karanlığa savrulmamak için son bir gayretle tutundu. Mikrokozmosun duvarları yok-evrenden alev alev kesitlerle kaplandı. Düş tuvalleri küllere karardı ve solup gitti. Kara deliğin nereye döküldüğü belli olmayan, önüne ışığı katıp sürükleyen azgın nehrinin karanlığı her yeri kapladı. Bilinçsiz, sarsak, soğuk ve bön bir karanlık. Bir Olan Dörtlü’nün özü, öte evrenin bulanıkça gözüktüğü yarık ağza doğru süzüldü. Kollar büyük bir çabayla yarıktan dışarı uzandılar ve çeperi kavradılar. Şuursuzca ama fizikötesi bir kuvvetle çeken güce karşı direndiler. Amansız kuvvet tam üstün çıkacakken aniden etkisi azaldı. Büyük Ezeli Şampiyon galaksileri un ufak edebilecek bir enerji çıkışıyla kendini fırlattı.

Yaşam uzun süre, demişti ölü adam. Bir Olan Dörtlü’nün kozmik cevheri trans içinde uzayın gölgelerinde yüzüyordu. Yüzü Olmayan Adam’dan geriye kalan ağır, soğuk, hakir burgaçtan öteye, neredeyse bilinçsizce… Yavaşça çözüldü ve Ezeli Şampiyonların baygın özleri dingin uzaya sere serpildi.

Yaşam uzun süre. Döngüler kendi kendilerini tamamlayabilecek kuramlardı, körlük gözetmezlerdi. Doğanın verdiği bilinç yine doğanın yaratısı tarafından geri alınabilirdi. Döngü; bıçak yaraya, kan bıçağa.

Ezeli Şampiyonlar sürüklendiler. Kara delik uzakta, git gide küçüldü ve içine çöküp kendisini yuttu. Viran bir yaşam yerine yok olmayı seçmişti. Ezeli Şampiyon, binlerce bedende yaşamaya mahkûm yaratık, uzayda savruldu. Ve çoklu-evrenin canlıları, güneşe bakıp gözlerinin neden yandığını bilmeden, zamanın hükmü boyunca yaşadılar. Yaşam uzun süre.

Uzayın karanlık kemerlerinden kanatlı minik figürler çıkageldiler. Bembeyaz ışıktan kanatlarıyla kozmosun meleklerine benziyorlardı. Büyük kanatlarını, uçlarındaki ışık halelerini çiğ damlaları gibi saçarak çırpıyorlardı. Elric bilinç ile bilinçsizliğin sınırından baktı. Önceden üst mutlulukla kaynayan öz şimdi yorgun ve üzgündü. Sonsuza dek ıstırap dolu bir var oluşu sürmek zorunda olmanın kavranışı boğuk bir keder bulutu gibi çökmüştü. Melekler yaklaştı. Elric’in algısı tekrar bulanıklaşırken sıcacık bir aldanış içinde masumca düşündü. Cennetin altın surlarında açılan kapılardan mağrurca uçan melek halk kendisine geliyordu. Kutsal varlıklar hüznü, umutsuzluğu ve mutsuzluğu tarifsiz, ılık bir ruh örsünde eritecekler, kendisini de alıp büyük sorumlulukların olmadığı huzur dolu bir dünyaya uçacaklardı. Belki de geldikleri yere… Evet… Ama neden kendi gibi, yıldızlardan büyüktü yaklaşan bu aziz melekler? Ya da bilinçsizlik özünü mü küçültmüştü? Küçülüp yok olmak, sonsuzlukta kaybolmak, unutmak ve unutulmak bilinçsizlikten geçiyorsa bilincini seve seve vermeye razı oldu. Çünkü unutuş da huzur kadar teselli ediciydi…

Düzlemyürüyücüler, Ezeli Şampiyonlar’ın solgun özlerini kör kaptanın kara gemisinin beklediği dünyaya bıraktılar ve çoklu-evrendeki hiç bitmeyen göçlerini sürdürmek üzere uzayın gecesinde kayboldular.

***

Soğuk deniz geminin dış güvertesini savsakça okşuyordu. Sarkıtılan merdivene önce Hawkmoon tırmandı. Corum takip etti. Erokose ağır ağır, sonuncu geldi. Geceydi. Hafif bir yağmur ve bol soğuk vardı. Yağmurun denizle bütünleşmesi ve geminin ahşabının esnemeleri dışında çıt çıkmıyordu. Mazlum bir sessizlik. Sisin içinde, tırabzanlarda, uzun, koyu kırmızı şalı uçuşan kaptan belirdi. Elric adamın başından beri orada olduğunu, gecenin ve sisin içinde sessizce beklediğini anladı. Sis sadece, adamın durduğu yerde silikleşmişti.

“Melnibone’lu Elric.” diye seslendi. “Misafirimiz olmayı kabul et. Ayaz gecede bulamayacağın sıcak bir kamara ve şarap sunabilirim sana. Kısa bir süreliğine, yoldaşın Elwher’li Moonglum’la yolunun kesişeceği yere kadar bizimle yelken açmanı teklif ediyorum.”

Böylece Elric de beline kadar suya girip asma merdiveni tırmandı. Son basamakta Erokose dev elini uzatıp albinoya yardım etti. Kaptan burukça gülümsedi ve savaştan zaferle dönen ezeli askerleri şarabın ve sıcağın beklediği kamaralara buyur etti. Sis tepkisizce ama keyifle tüm gemiyi kapladı.

Kader Denizleri’ne varan akıntılara sapmadan, bilindik okyanusta, batıya yaklaşılan yolculuğun üçüncü günüydü. Bulutlu, solgun bir akşamüstüydü. Elric ve kaptan iskele tarafındaki tırabzanlarda, serin deniz meltemine karşı dimdik durmuşlardı. Elric kızıl gözleriyle denizi seyrediyordu. Kaptan kör gözleriyle neler görüyordu bilinmez, ama kulaklarıyla ve tüm kalbiyle mat denizi dinliyordu. İkisinin de ellerinde birer kadeh sıcak kırmızı şarap vardı.

“Gece yarısı gelgiti çıkmadan evvel kara görünmüş olacak.” dedi kaptan yavaşça. “Tarkesh’in ışıltılı rıhtımının gözden uzak bir yerine indireceğiz seni. Geminin herkesçe görülmesi doğru olmaz. Batı kıtası, kızıl arkadaşınla tekrardan buluşacağın yer olacak.”

Elric tırabzanın soğuk, cilalı ve kara abanozunu avucunda hissediyordu. Ahşabı narin eliyle okşadı. “Çok şey biliyorsunuz, kaptan” dedi. “Orada gördüklerim…” Baygın gözlerini gökyüzüne çevirdi. İnce, beyaz eli bezgince işaret etti. “Onun bize vaat ettiği yok oluştaki unutuşta huzur var mıydı?”

“Onun hayali evrensel bir ütopyaydı. Süregelmiş zihinler için bir imkânsızlık, bir düş. Ütopya, ulaşılacak bir kavram değil. Zihni ve maddeyi en baştan yaratmak gerekir. O bir düş istemiyordu, gerçekliği istiyordu. Bunun için kâinatsal soykırımı göze aldı.” Denizci kabanına soğuk aniden artmış gibi sarıldı. “Böyle bir yok oluşta nasıl bir huzur barınabilir, Elric?”

Elric, kozmos özüne dönüşünü, yıldızların arasından kıvrılarak uzayda gezinişini çok uzak, çok bulanık bir rüya olarak hatırlıyordu. Anımsayış bir evre daha fazla olsa, aklını kaçırabilirdi.

“Orada yaşadıklarını unutacaksın.” dedi kaptan. “Gemiyi. Beni. Belki diğer Ezeli Şampiyon arkadaşlarını bile. Kader bile böylesine bir ağırlığı omuzlarına sonuna değin bırakacak kadar acımasız değil.” Elindeki kadehin camını parmağıyla vurarak çınlattı. “Ayrıca özel şarabım bunları unutmana yardım edecek.”

Elric yüzünü içsel bir acıyla buruşturdu. “Tamamen unutmak ve unutulmak istiyorum, kaptan.” dedi. “Bırakın dünya bizi unutsun. Muhtaç olduğum kılıcım beni unutsun. Tanrılar insanları unutsun. Denge, Ezeli Şampiyonları unutsun. Ben, geçmişimi unutayım. Artık aradığım huzurun ancak böyle geleceğini düşünüyorum. Bunu sağlamanın bir yolu yok mu, kaptan, bir yolu yok mu?”

Kaptan ses çıkarmadan başını eğdi.

Elric şarap kadehini gri denize savurdu ve arkasını dönüp kamarasına doğru ağır adımlarla yol aldı.


*

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Webmaster cok tesekkurler...

Selamlar Burcu

Kuşlar Nerede Ölürse

Rıhtım rüzgarında iki yeni şiir eşliğinde yeni bir hikaye savruluyor.

Kuşlar Nerede Ölürse, ve rıhtım sessizliğe bürünüyor.

Ekim 2007

Rıhtımda Yabancı

...Yabancının ayak sesleri bu uzak, unutulmuş rıhtımın taşlarında yankılanıyor. Yabancı yalnız. Soğuk havayı soluyor, tütün dumanı gibi çekiyor ciğerlerine derin derin. Rıhtım ışıkları sırayla dizilmişler, donukça yanıyorlar, seyretmek keder veriyor. Deniz bezgince ıssız iskelenin ayaklarını okşuyor. Katran renkli ahşap gıcırdıyor. Yabancı iskelenin ucunda, kıpırtısız. Rüzgar uğulduyor.

Berrak ve serin gecelerde ve puslu öğlenlerde ben de durdum orada. Denizden esen rüzgarı içime çektim, kahverengi bir sobanın ısıttığı rıhtım kahvesinden gelen kahve kokusu eşlik etti rüzgara. Deniz ötelere uzanıyordu. Cezbedici, kederli, durgun deniz... Başka nerede, nereye bakarken hayal kurabilirdim ki?

Şimdi yabancı duruyor iskelenin ucunda. Kara Hayal Rıhtımı'nda, denizin bir zamanlar bana fısıldamış olduğu hikayelerle beraber, ve tamamen tek başına...

***


Kara Hayal Rıhtımı'nın, bu kişisel hikaye ve şiir sitesinin beğenilmesi dileğiyle...


A. Erman Kulunyar

Şubat 2007

Sitede bulunan tüm yazıların ve resimlerin hakları sahiplerine aittir, çalan çırpan hunharca lanetlenecektir. Yazıları en iyi niyetlerimle sunsam da elimden gelenin en iyisi kesinlikle bu değildir. Hikayeleri istediğiniz şekilde bilgisayarınıza indirebilir, word’de daha okunaklı bir hale sokabilirsiniz.